Öncelikle ilk defa bir kitabı okumamın bu kadar uzun sürdüğünü itiraf etmeliyim. Ben bu kitabı zamanını hatırlamadığım kadar önce almıştım ancak diğer kitapların çekiciliğinden ve de biyografi türündeki kitaplara karşı olan ön yargımdan kaynaklanan sebeplerden okuyamadım bir türlü. Nedense bu kitabın sıkıcı olduğuna dair bir düşünce peydahlandı aklımda. Ama kitap alamadığım bir dönemde okumak nasip oldu, gerçi ertesi gün okuyamayacağım kadar çok kitap aldım ama kitaba sıkıcı dediğime pişman ettirecek ölçüde güzel hikayesini bırakamadım.
*
Kitabı okumakla okumamak arasında kalanlara sonsuz tavsiyelerimle okuyun derim pişman olmayacaksınız çünkü. Kitabımız adı üzerinde Yunus Emre'nin hayatını anlatan bir niteliğe sahip. İçerik tamamen basit bir anlatımla Molla Kasım'ın ağzından yazılmış. Yunus Emre ve oğlu İsmail ayrı ayrı ona hayatlarını aktarmışlar, o da yazıya dökmüş. Ancak bu durumda İskender Pala'nın bu kitabı Molla Kasım'ın notlarından derlediğini düşünüyorum. Doğruluğu hakkında net bir fikrim yok malesef :( Kitabımız şöyle:
Kitabın kapak tasarımı oldukça ilgi çekici bence, ismi gibi. Turuncu ve Sarı-kırmızı gibi renklerin sıcaklığı ve ateşi düşündürmesi açısından direkt içeriğe uygun olarak tercih edilmiş diyebiliriz. Arka kısım ise oldukça mütevazi, Yunus Emre'nin isimlerinden bahseden bir pasaj var, bir de şiir...Gerçekten tasarım beni mest etti...
♥
Kitabın adının manasına gelecek olursak ben şöyle yorumladım: Yunus Od ateşinde pişmiş bir derviş... Od'u Odun taşırken ilk hecesinden tanımlıyor, ben Od'da yandım diyerek... Od aynı zamanda Ateş demektir, açıkçası odun kelimesini hiç bu şekilde düşünmemiştim! Bir diğer yorum ise Çekikgöz'ün, Bizans'ın, ve Tapınakçıların gönderdikleri ateşli toplar, mancınıkla attıklarından insanların üzerlerine düşüyor, savaş dönemi yaşadığından isim bu şekilde de yorumlanabilir, çünkü bu ateşli toplar yüzünden ailesini kaybedip dervişlik makamına yükseliyor...
Akabinde içeriğe geçecek olursak... Yunus Emre herkesin bildiği üzere bir şair ve aynı zamanda derviştir. Öncelikle gençliğinde bu meziyetlerin hiç birine sahip olmadığını ve eşi Elif ( ki kitapta ondan sürekli Sitare diye söz ediyor) ve iki oğlu ( İbrahim ve İsmail) ile birlikte bozkırın bir köyünde yaşadığını söylesem? Şaşırır mısınız? Ben şaşırdım çünkü, Çekikgöz gelene kadar güzel bir aile hayatın yaşadığını bilmiyordum. Ucasar ve civarında -ki kitapta hangi il olduğundan söz etmiyor- o yıllarda aslında tüm Anadol'da akın akın savaşlar varmış...Çekikgöz, ki ben bunun Moğollar olduğunu anladım, Tapınakçılar, Bizans'ın soğuk nefesi...Kısaca Anadolu ateş altında biçare ağlamaktaymış.. Sıra Ucasar'a gelince İbrahim vefat etmiş, Yunus, Sitare ve İsmail ile ve birkaç köylüyle Sarıcaköy'e göç etmişler. Yunus o sıralarda kerpiçten evler keser, insanlara ev yaparmış. Köylülere kalacak yerler yaptıktan sonra Hacı Bektaş-ı Veli'nin ocağına gitmiş. Buğday istemiş ancak o ısrarla nefes vermek isteyince buğdayda direten Yunus buğdayları alıp Sarcaköye gitmiş. Gittiğinde Çekikgöz'ün buraları da talan ettiğini görmüş ve Sitare'sini burada kaybetmiş. Yunus Sitare'ye çok aşıkmış, İsmail'i Satı Nineyle oradan başka bir yere götürmüş. Ancak yolda Satı Nine İsmail'i kölecilere kaptırmış ve İsmail'i bir cellat satın almış. Onun yanında yetişen İsmail çapulcu olmuş çıkmış. Oğlunu kaybettiği sırada Hacı Bektaş Veli'nin kapısından Tapduk Emre'ye yollanan Yunus, Tapduk kapısındaymış. Ancak oğlunun halini merak edip döndüğünde kaçırıldığını öğrenmiş. Yıllar yılı Anadolu'yu boydan boya dolaşmış Yunus, oğlunu ve kendi benliğini aramış, Allah'ı aramış...Celladın yanında büyüyen oğlu ise onu terk edip gittiğini düşünmüş, nefret etmiş ondan... Yıllarca Tapduk Emre denen bir zatın yanında odunculuk ve son zamanlarda da birazcık suculuk yapmış Yunus... Bilmem zikrini öğrenmiş, kendini bilmeden dağla taşla odunla konuşmuş, ancak delirmemiş bir derviş makamına ermiş...Sanırım Yunus Emre'ye eklenen bu Emre Tapduk Emre'den gelmektedir. Kitabın son sayfalarında buluşuyor oğluyla...Ancak bu bir çarpışma şeklinde oluyor ve gerçekten de insanın yüreğine dokunuyor...
♥
Kitap beni gerçekten çok etkiledi, bir insan hayatına bu kadar hasret sığmasına şaşırdım, Sitare'nin -Yıldızının hasreti- ahrete göçen oğlu İbrahim'in yası, ve hayatta olan ama bir türlü bulamadığı oğlu İsmail'in hasreti...Yunus'un eşinin asıl adı Elif, ancak Yunus yıldızım manasına gelen Sitare ismiyle hitap edermiş ona, Sitare de ' Can Yunus' diye...Gerçek bir aşk öyküsü okudum ben bu kitapta...
♥
Kitap elbette seyir açısından biraz yavaş ilerliyor ancak gerçekten de güzel ilerliyor... Ne sadece fikirden düşünceden ibaret diyebiliriz, ne de sadece olaydan... İkisi de aynı potada eriyip ruhunuza hitap ediyor...
♥
Kitapta ırmak ya da göl olmak ve yıldızdan geçip güneşe bakmak gibi deyimler yer alıyor... Gerçekten bunları Yunus'un ruh demlerinde görüyoruz. Irmak ya da göl olmak aslında 'Hızlı yaşa, genç öl' felsefesine de biraz benziyor... Esasında Yunus'un ruhu bir ırmak gibi akıyor, coşuyor yani derviş olak bir göl olmak ona göre değil gibi geliyor. Ama zamanla Yunus demleniyor ve olgunlaşıp bir göl oluveriyor... Yıldızdan geçip güneşe bakmayı da Leyla ile Mecnun hikayesine benzetiyor. Ancak o sitare'den geçmeyip onunla Allah'a yürüyor... Sitare'nin yıldız nakışlı heybesi hep omzunda, yüreğinin belki de yanı başında...
♥
Kitapta ilk başta okuduğunuzda bir şey anlamadığınız ancak sonralarda geriye dönüp baktığınızda bölümün küçük bir özeti şeklinde olduğunu gördüğünüz kilit kelimeler mevcut.. Bunları çok beğendim ):
Kitapta okuyup da yorumladığım bir soru var zihnimde: Bence Sitare'nin ölümü, İbrahim'in ölümü, İsmail'in yok olması, yani acılar Yunus'un önündeki dervişlik yolunu açıyor... Hele Sitare'nin ölümü, ben eminim o yaşasa Yunus Emre onun yanından ayrılmaz, ünlü şeyhlerin yanına da varmazdı?
Kitapta ilgimi çeken bir diğer nokta ise Yunus Emre'nin tarihe tanıklık ediyor olması... Mevlana Hazretleri ile Hacı Bektaş Veli ile Tapduk Emre ile Geyikli Baba ile Zahir Baba ile aynı dönem yaşamış olması... Temür Alp Ata denilen şahıs da tarihten kesitler veriyor kısa bir zaman...
Söyledim mi bilmiyorum ama İsmail'i cellat satın alınca ona Samuel diyor ve hayatına yön veriyor... Şunu yine görüyoruz ki: bir çocuk kimin yanında yetişir ve büyürse onun fikirlerini kendi fikri kabul eyler, hayatında uygular... Kitapta yer alan celladın hayat hikayesindeki kötü şeyler yüzünden cellat Allah'a inanmıyor ve Samuel'in de düşünceleri bu yönde gelişiyor (:
♥
Kitapta ilgimi çeken bir diğer şey: Samuel yani İsmail celladın yanında ya da orada Çelebilerce kaçırıldıktan sonra neden hiç babasının öldüğünü veyahut öldürüldüğünü düşünmüyor da hep kendisini terk ettiğini düşünüyor???
♥
Çelebiler dedik... Bu insanlar dergahı koruyan ve çoğunlukla sivil takılan kimseler...Kılıç kullanmakta ve gizlenmekte ustalar, İsmail'i zindandan yani celladın yanından onlar kurtarıyorlar :)
Kitapta bir sürü isim var, çelebiler, Alamutlular, Samuel ve Çocuk Çetesi, Çekikgözün askerleri, İsmaililer, Dervişler, abdallar...Karıştırmamak için yavaş ve anlayarak okumak gerekiyor :)
♥
Samuel yani İsmail celladın yanından kaçırıldıktan sonra kendi gibi olmasınlar diye 20 kişilik bir çocuk köle grubunu kurtarıyor ama onları da eşkıyalıktan kurtaramıyor...İsmail aslında hala iyi biri...
♥
Kitapta Tapduk Sultan'ı, Abakay Dervişi, İsmaili, Sitareyi, Yunus'u, Ana Bacı'yı, Satı Nine ve Temür Alp Ata'yı, İbrahim'i, Çelebiler'i ve diğer tüm iyi insanları çok sevdim:)
♥
Yalnız bir hususta önerim var: Sabırlı olmayan insanlar okumasın, hem kitaba yazık olur hem de zamana:)